Her gün oynadığım bir oyun var. Ev-ofis arası gidip gelirken, otobüste oturduğum yere göre sağ ve sol yol üzerinde gördüğüm ağaçları tanıma oyunu. Bunu, Faik Yaltırık’ın Ağaçlar kitapçıkları 90’ların sonunda Atlas Dergisi’nde verildiğinden bu yana oynarım. Sizlere de öneririm. Bu sayede evimin yakınlarında bir dizi meşe ağacı olduğunu, yol ortasındaki şeritte elma ve kırmızı erik ağaçlarının bulunduğunu, çınarların taçlarının bir hayli geniş olduğunu öğrenmiş oldum. Bazı yerlerde erguvanlar, hatta bir yerde ağlayan çam bile var. Bu çamın güzelliğini bilir misiniz? Görmelisiniz!
İşte, yolumun üzerindeki ağaçlar beni hemen her gün şaşırtıyorlar. Mesela bugün. Yolun sonlarına doğru atkestanelerinin yapraklarının kahverengi kesilmiş olduklarını farkettim bir anda. Diğer ağaçlar da sararmaya, teker teker de olsa yaprak dökmeye başladılar ama hiçbiri atkestanesi kadar belirgin değil hâlâ. Bir an düşündüm… Çiçeklerini belirli bir sırayla açmaları gibi yapraklarını da belirli bir sırayla mı döküyorlardı?* Etrafıma bakınca çınarların atkestanelerine yakınlaştığını, ıhlamurlarsa çınarları takip ettiğini gördüm.
Ağaçlar yapraklarını ne zaman dökeceklerine nasıl karar veriyorlar? Güneşin eğiminin değişmesiyle havanın soğuduğunu mu hissediyorlar? Yoksa benim gibi Saatli Maarif Takvimleri var da, yanıbaşımızdaki parkın ulu çınarı: ‘Hımm, bugün Ağustos’un 24’ü, günlerden yaprak dökme zamanıymış…E, o zaman hadi bakalım!’ mı diyor dersiniz?
Yapraklardaki harikulade renk oyunları aracılığıyla yazın bittiğine işaret eden doğanın orkestra şefleri birden çok. ‘Gece uzunluğu’ bu şeflerden biri. Geceler uzamaya başladıkça ağaçlar kışa hazırlıklarını artırıyor. 13 Ağustos’tan bugüne gece 16 dakika uzamış. Tam 16 dakika! Ben işe giderken dalayım, atkestaneleri ise geçen dakikaları saniye saniye saysınlar. Gecenin yeterince uzadığına kanaat getirince, yapraklarıyla dalları arasında kuru, mantarımsı bir katman oluşturmaya başlamışlar bile çoktan.
Absisyon gibi fantastik bir adı olan mantarımsı katman yaprağa besin akışını önlüyor. Böylece yapraktaki klorofil yenilenmiyor. Yeşil renkli klorofilin baskısından kurtulan diğer renklerse vakit kaybetmeden özgürlük ilanı veriyor. Sarılar, kırmızılar, kahverengiler yaprakta cirit atmaya başlıyor. Bir süre sonra da absisik asit (ABA) adlı bir bitki hormonu işe koyuluyor. Yaprakla dal arasındaki mantarımsı katmanı çözüyor veee yapraklar daldan ayrılarak zarifçe süzülüp yere düşüyorlar.
Yaz sona eriyor… Farkında mısınız?
Günler adım adım kısalıyor, yapraklar birer ikişer düşüyor, gökyüzündeki kümülüsler giderek artıyor, ebabiller daha suskun, leylekler toplanmış göç yolunda, güneş batarken ufuk tıpkı Satürn gibi görünüyor. Sabaha karşı Orion** bile görülmeye başladı.
Notlar:
* Ağaçların türlerine göre yaprak dökme sıraları var. Bunu birlikte keşfedelim mi? İstanbul’da işe ilk koyulanlar atkestaneleri oldu. Bakalım hangi ağaçlar takip edecek? Sizin bulunduğunuz yerdeki aceleci ağaç hangisi ve onu hangileri takip edecek?
** Orion da ne diye merak ettiyseniz burayı tıklayın.