
Nispeten daha serin olan çalışma odamın penceresinden bakınca gördüğüm manzaranın yarısını gökyüzü diğer yarısını ise binalar oluşturuyor. Sarı-pembe-gri renkli bu yüksek binaların arasından, İstanbul’da az sayıdaki küçük yeşil alanlardan birinin çok küçük bir bölümü görünüyor. Bu küçük yeşil alanın ortasında koyu kahverengi – pas rengini almış, yıkılmak üzere terk edilmiş ahşap bir bina var.
Yeşil alanda görebildiğim ağaçlar arasında ancak iki türü çıplak gözle bu mesafeden tanıyabiliyorum. Bu yıl acımadan çok kötü budama yapılan çınarlar ve sarı-kırmızı tohumları uzaktan buket gibi görünen kokarağaçlar. Bu mesafeden diğer ağaç türlerini çıplak gözle tanımak benim için imkansız. Bu nedenle dürbünümü kullanıyorum. Evet, çoğu çınar ve kokarağaç. Bir kavak, bir meyve ağacı ve henüz adını bilmediğim birkaç ağaç daha var. Dürbünümün optik ayarı yakın zamanda bozulduğu için uzun süre bakamıyorum, aksi takdirde gözlerim rahatsız oluyor.
Gökyüzünde akkarınlı sağanlar (ya da benim daha çok sevdiğim adlarıyla ebabiller) neyse ki hala dolaşıyor. Sanırım havanın bugün bir hayli sıcak olmasından her zamankinden daha az sayıdalar. Oysa şu anda olduğu gibi akşamüstü saatlerinde (17.10) hep aktiftirler. Bir kaç ay içinde güneye doğru göç yolculuklarına başlayacaklar. Gökyüzünün ebabil olmadan çok boş olduğuna inanıyorum. Bu nedenle de gidecek olmaları düşüncesini zamanı gelinceye kadar zihnimden uzaklaştırıyorum. Şu anda şen-şakrak gelen seslerini arada sırada duymak çok keyifli.
Ebabillerin yanısıra hemen karşımızdaki binanın çatısına konan çok sayıda güvercin var. Sağolsunlar balkonumuzdaki bitkileri yiyorlar. Güvercinlerin arasına karışmış küçük kumrulardan biri her zaman oldukları gibi bir hayli ürkek duruyor. Tam şu anda serçe göremiyorum ama onlar da zaman zaman oluyor penceremin manzarasında. İstanbullu kuşgözlemcilerinin Boğaz Köprüsü’nde yaşadığını söylediği gökdoğanı nadiren görebiliyorum. Zaman zaman da leş kargaları geliyor. İstanbul’un fatihi haline gelmiş gümüş martıyı ve Yıldız Parkı’ndan havalandıklarını düşündüğüm upuzun kuyruklu ve gürültücü papağanları da unutmamalıyım.
Yaz ayları kelebeklerin en sık görülebildiği zamanlar. Üstelik Ahmet Baytaş’ın dediğine göre İstanbul’da şehir ortasında bile görülebiliyorlar. Penceremden kelebekleri de görebiliyorum. Geçtiğimiz senelerde siyah kanatları üzerinde kırmızı şeritler ve beyaz benekleriyle etkileyici Atalanta ve bir tür yırtıkpırtık gelmişti. Etrafta kelebeklerin sevdiği çiçeklerden ziyade binalar var. Kırlar, çayırlar, parklar, ormanlar dururken neden buraya gelsinler ki?
Balkonumuzda henüz çok az çiçeğimiz var. Alper’le kelebek, arı ve böcekleri çeken bazı bitkileri ekmeyi düşünüyoruz. Geçtiğimiz günlerde bir balarısı çiçeklerimizin ziyaretine gelmişti. Bakarsınız başka arı türleri, güzel kelebekler ve ilginç böcekler de gelir.
Ben de böyle bir pencere istiyorum… Yok yok! :)